Geçmişten Günümüze Mülkiyet 2: Türkiye Cumhuriyeti

En önemli ihtiyaçlardan biri olan barınma, mülkiyet hakkı ile garanti altına alınmaktadır. Peki kültürümüzde bu hak, geçmişten günümüze nasıl tanımlanmıştır?

Sorumlu Değerleme Uzmanımız Ahu Minareci Küçükağa’nın EMSAL.COM sitesinde yayınlanan yazı serisinden “Geçmişten Günümüze Mülkiyet 2: Türkiye Cumhuriyeti”ni sizin için ekledik.


İlk kısmında genel hatlarıyla Osmanlı Devleti’ndeki mülkiyet anlayışını aktarmaya çalıştığım “Geçmişten Günümüze Mülkiyet” adlı yazı dizisinin ikinci bölümünde, “Türkiye Cumhuriyeti’nde mülkiyet” konusuna odaklanacağım. Kültürümüzde mülkiyet konusuna verilen önemi aktarmayı hedeflediğim bu yazı dizisinin, tüm okurlar için faydalı olmasını diliyorum.

Şimdi konumuza, kaldığımız yerden devam edelim…

1921 Anayasası, Mülkiyet Hakkı Düzenlemelerini Kanun-i Esasi’ye Dayandırdı

1918’de çıkan I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti çöküşünü sürdürmüş ve 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet kurulana kadar geçen süreçte Kurtuluş Savaşı ile eşsiz bir mücadele verilirken, 20 Ocak 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde “Teşkilatı Esasiye Kanunu” adı ile 1921 Anayasası kabul edilmiştir. Kurtuluş Savaşı mücadelesi içerisinde çıkarılan bu Kanun, savaş koşulları sebebiyle sadece zaruri ihtiyaçları kapsayan 23 maddelik bir düzenleme olmuştur.

1921 Anayasası, mülkiyet hakkına ait düzenlemelerini de 1876 tarihli Kanun-i Esasi’nin kararlarına dayandırmış ve bu noktada herhangi bir değişiklik getirmemiştir.

Tekâlif-i Milliye Emirlerinde, Mülkiyet ile İlgili Dikkat Çeken Detay

1921’li yıllarda dikkat çeken bir diğer gelişme de Tekâlif-i Milliye (ulusal yükümlülük) emirleridir… Bu emirler, savaş süreci içerisindeki devletin zor durumu sebebi ile halktan destek alması üzerinedir. Örneğin emirlere göre askerin giyiminde kullanılabilecek; kumaş, yün çorap, elbise ve nakliye için faydalanılacak eşyaların belli bir yüzdesinin (%40 veya %20) orduya verilmesi gereklidir.

Emirlerde dikkat çeken bir husus da alınan bu taşınır mülklerin (silah ve cephane dışında) değerlerinin daha sonra devlet tarafından sahiplerine ödeneceğidir. Bu durum hiç şüphesiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün de kişisel mülkiyete verdiği önemi gözler önüne sermektedir.

1924 Anayasası’na kadar geçen süreçte aşar vergisi kaldırılmıştır ve topraksız köylülere toprak dağıtılmasına yönelik çalışmalara imza atılmıştır. Tüm bunlar, Osmanlı Devleti’ndeki toprak rejiminin değişmesi yönünde atılan adımlar olarak dikkat çekmiştir.

1924 Anayasası: Temellük ve Tasarruf Türklerin Tabii Hukukundan

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası 1924 yılında kabul edilmiştir. Bu Anayasanın 70. maddesinde, “Şahsi masuniyet, vicdan, tefekkür, kelâm, neşir, seyahat, akit, sâyü amel, temellük ve tasarruf, içtima, cemiyet, şirket, hak ve hürriyetleri Türklerin tabii hukukundandır.” ifadeleri kullanılmıştır. Yani temellükün (bir şeyi kendine mal etme) ve tasarrufun (bir şeyi dilediği biçimde kullanma yetkisi, kullanım), Türk vatandaşının doğal haklarından olduğu belirtilmiştir.

1926’da Türk Medeni Kanunu Yürürlüğe Girdi

17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre’den örnek alınarak ülkemize uyarlanan 743 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmiştir. Türk Medeni Kanunu’ndaki mülkiyet hakkı düzenlemesine ise 1924 Anayasası temel teşkil etmiştir.

Bu süreç içerisinde 1961 Anayasası’na kadar geçen zamanda, gelişme süreci içerisinde olan Türkiye Cumhuriyeti, mülkiyet kavramına etkisi olabilecek pek çok kanun çıkarmıştır. 2644 sayılı Tapu Kanunu, 442 sayılı Köy Kanunu, 6831 sayılı Orman Kanunu ve benzerleri…

Gelişen Cumhuriyette Kentlere Göç Hız Kazandı

Bahsini ettiğimiz dönemde gelişmekte ve yapılanmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kentlerine de göç hız kazanmıştı. Ancak o dönem var olan mülkiyet yapısı içerisinde bir yapıda birden fazla kişinin malik olmasına izin veren bir sistem bulunmamaktaydı. Üstelik İsviçre’den alınarak ülkemize uyarlanan Medeni Kanun’da da müşterek yaşam pratiğine cevap verebilecek herhangi bir çözüm yer almamaktaydı.

Söz konusu alanda yaşanan problemlere çözüm olarak İsviçre kanunlarındaki müşterek-irtifak formülü düşünüldü. “Bu formülde hak sahipleri, gayrimenkulün ve onun bütünleyici parçalarının müşterek malikleri olarak tapuya kaydediliyor, ardından bu müşterek maliklerden her biri lehine, katlardan ve dairelerden tek başlarına yararlanmaları için irtifak hakkı tesis ediliyordu. (Uslu, 2019)

Ancak Türkiye’de 2644 sayılı Tapu Kanunu’nda değişiklik yapılarak 06/01/1954 tarih ve 6217 sayılı Kanun yürürlüğe alınmıştır. İlgili Kanunun konuyla alakalı maddeleri ise aşağıdaki gibidir:

“Madde 1 – 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 26. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

Madde 26 – Mülkiyete, mülkiyetin gayri aynî haklara ve müşterek bir arzın hissedarları veya birbirine muttasıl gayrimenkullerin sahipleri arasında bunlardan birinin veya bir kaçının gayrimenkul üzerinde mevcut veya inşa edilecek binanın muayyen bir katından veya daire sinden yahut müstakilen istimale elverişli bir bölümünden münhasıran istifadesini temin gayesiyle Medeni Kanunun 753 üncü maddesi hükümlerine göre irtifak hakkı tesisine veya tesisi vadine mütedair resmi senetler tapu sicil muhafızları veya memurları tarafından tanzim edilir. Alâkalıların isteği halinde resmî senedi tanzim için memurlar ikametgâhlara giderler, bu sırada gelecek haciz ve tahdit kararları resmi senedi yapmak için ikametgâha gitmiş olan memura tebliğ olunur. Resmî senedi taraflarla iki şahit imzalar. Şahitlerin şahadet ve tariflerinde şüpheli bir hal görüldüğü takdirde senedi yapan memur başka şahit isteyeceği gibi fotoğraflarını da arayabilir. 711 sayılı kanun mucibince yapılacak akitlerde de böyledir. Birinci fıkrada beyan olunan irtifak hakkı tesisi vaitleri tapu siciline re’sen şerh verilir. (Bunlardan irtifak hakkı tesisi vadine mütedair resmi senetler tapuya şerh verilmekle, taallûk ettiği gayrimenkulün sonraki maliklerini de uzamı eder. Noterlik Kanunu’nun 44’üncü maddesinin (B) bendi mucibince noterler tarafından tanzim edilen gayrimenkul satış vaadi sözleşmeleri de taraflardan biri isterse gayrimenkul siciline şerh verilir. Şerhten itibaren beş yıl içinde satış yapılmaz veya irtifak hakkı tesis ve tapuya tescil edilmezse işbu şerh tapu sicil muhafızı veya memuru tarafından re’sen terkin olunur.

Madde 2 — Bu kanun neşri tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 3 — Bu kanun hükümlerini icraya İcra Vekilleri Heyeti memurdur. 8/1/1954”

1961 Anayasası’nda Mülkiyet Kavramı Nasıl Ele Alındı?

Mülkiyet kavramı açısından ele alındığında 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’na göre sosyal devlet anlayışını çok daha fazla bünyesinde barındırmaktadır. Günden güne kentlere göçün hız kazandığı ülkemizde toplu ve birlikte yaşam kültürüne Tapu Kanunu’nda yapılan değişiklik cevap verememiştir ve yeni bir sisteme ihtiyaç duyulmuştur.

Bu kapsamda 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 23/06/1965 tarihinde kabul edilerek 02/07/1965 gün ve 12038 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış; 02/01/1966 tarihinden itibaren de yürürlüğe girmiştir.

1982 Anayasası’na Giden Süreçte ve Sonrasında Mülkiyetle İlgili Gelişmeler Devam Etti

1982 Anayasası’na giden süreçte ve sonrasında mülkiyetle ilgili gelişmekte ve değişmekte olan yaşamın ihtiyaçlarına cevap verebilecek pek çok kanun ve yönetmelik çıkmıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu bunların sadece bazılarıdır. 1982 Anayasası da geçmiş anayasa ve kanunlar gibi mülkiyet kavramını devletin koruması altına almıştır.

Mülkiyet, Yaşamın Var Olduğu Andan İtibaren En Önemli Kavramlardan

Sonuç olarak mülkiyet kavramı, yaşamın var olduğu andan itibaren hem devletin yönetim kabiliyeti hem ekonomik var oluşu hem de kişilerin hakları anlamında hayatımızda var olan ve düzenlenmesi gereken en önemli kavramlar arasındadır. Mülkiyetin yasal dayanak içerisinde var olması gerek kişisel hakların korunması gerekse de ekonomik kalkınma açısından oldukça kıymetlidir.

Yazı dizimin hemen başında belirttiğim gibi dünya genelinde var ettiğimiz yaşam pratiği, daha çok kent yaşamı içerisinde geçmektedir. Günümüzde yoğun kullanım sebebi ile kentlerde arazi kıymeti gittikçe artmaktadır.

Yaşamımızı geçirdiğimiz alanlar, bugün artık 1965 yılında yayımlanan Kat Mülkiyeti Kanunu hükümlerince yasal dayanağı belirlenen birimlerdir.

Kişiler, Mülkiyet Kanunlarından Yeterince Haberdar Değil!

Tüm bu bilgiler ışığında değerleme çalışmalarımızın ve piyasada karşılaştığımız tüm vakaların bize aktardığı, kişilerin tasarruf etmekle yükümlü oldukları bu gayrimenkullerin yasal dayanağını oluşturan kanunlardan yeterli düzeyde haberdar olmadığıdır.

Bu sebepledir ki kültürümüzde mülkiyete verilen kıymeti gözler önüne serdiğimiz yazı dizimizin devamında, mülkiyetin öneminden başlayarak Kat Mülkiyeti Kanunu’nun hayat pratiğimiz içerisindeki yerini irdelediğimiz bir çalışmaya başlayacağımızı belirtmek isterim. Şimdiden keyifli okumalar…