İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN, ARAZİ KULLANIMI VE PLANLAMASI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

İklim sistemi, Yerküre’nin yaklaşık 4,5 milyar yıllık tarihi boyunca milyonlarca yıldan on yıllara kadar tüm zaman ölçeklerinde doğal olarak değişme eğilimi göstermiştir. Etkileri jeomorfolojik ve klimatolojik olarak iyi bilinen en son ve en önemli doğal iklim değişiklikleri, 4. Zaman’daki (Kuvaterner’deki) buzul ve buzul arası dönemlerde oluşmuştur. Ancak 19. yüzyılın ortalarından beri, doğal değişebilirliğe ek olarak, ilk kez insan etkinliklerinin de iklimi etkilediği yeni bir döneme
girilmiştir. Günümüzde iklim değişikliği, sera gazı birikimlerini arttıran insan etkinlikleri de dikkate alınarak tanımlanabilmektedir. Örneğin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde (İDÇS), “Karşılaştırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik” biçiminde tanımlanmıştır. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından ortaklaşa yürütülen Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) İkinci Değerlendirme Raporu’nda (IPCC, 1996), iklim sistemine ilişkin yeni bulgulardan yola çıkılarak, “Bulgu dengesinin, küresel iklim üzerinde belirgin bir insan etkisinin bulunduğunu gösterdiği” ve “İklimin geçen yüzyıl boyunca değiştiği” vurgulanmıştır. Bu çarpıcı bulgu, İDÇS’nin Temmuz 1996’da yapılan 2. Taraflar Konferansı’nda büyük bir ilgi görmüş ve toplantı sonunda yayınlanan Cenevre Bakanlar Bildirgesi aracılığıyla da dünyaya duyurulmuştur (UN/FCCC, 1996).” (1)


“1980’li yıllarda başlayan ardışık sıcak yıllar ve son yıllardaki rekor yüksek sıcaklıklar, küresel ısınmanın beklendiği ve öngörüldüğü biçimde sürdüğünü; küresel ısınmayı önlemek için alınması gereken ulusal, bölgesel ve küresel önlemlerin ve politikaların hiç gecikmeksizin uygulanması gerektiği göstermektedir. Hükümetler ve karar organları, insan kaynaklı sera gazı salımlarının oluşturduğu tehlikeler için ivedi ve köklü önlemler almak gibi önemli bir görevle karşı karşıyadır. Bu önlemlerin başında, çeşitli insan etkinlikleri sonucu atmosfere salınan sera gazı salımlarının kontrol edilmesi ve fazla zaman yitirmeksizin belirli bir düzeyin altında
tutulması gelmektedir. İklim sistemindeki zaman ölçeklerinin çok uzun süreli olması yüzünden, iklimdeki değişikliklerin oluşturduğu çevresel bozulmalar ve değişiklikler kısa zamanda giderilemez. Bugün alınması gerekli olan kararların 10-20 yıl sonraya bırakılması, atmosfere kısa bir sürede verilen sera gazı salımlarını gelecekte belirli bir düzeye indirebilmek için daha fazla azaltmak gerekeceğinden, gelecekteki olası politika seçeneklerini sınırlandırır. Sera gazı salımlarını en aza indirecek önlemlerin geciktirilmesi, ülkeleri ve dünyayı gelecekte iklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle savaşımda hazırlıksız ve zayıf bırakır.” (1)


Yukarıdaki makale alıntılarından da anlaşılabileceği üzere, 1980 ve 2000 yılları arasında, sanayi devrimi sonrasında ölçümlenebilmiş verilere dayalı küresel iklim değişikliğinin, toplumlar ve hükümetler arasındaki söylemi; ikna, kabul ve farkındalık yaratabilmek adımları idi belki de. Ancak tüm bu yıllar ve sonrasındaki 20 yıl içerisinde, toplumsal ve bireysel kişi davranışları ile hükümetlerin politikaları alınan kararların küresel anlamda tam olarak uygulanamadığının bir göstergesidir ki, bugün 2021 yılının sonunu yaşarken biz, iklim değişikliğinin tüm olumsuz etkilerini çok daha gerçekçi bir şekilde deneyimlemeye başlamış durumdayız.

2021 yılında, Türkiye, ciddi yangın faciaları, sonrasında yoğun yağışlar ve sel faciaları ile fırtınalar sonucunda ciddi can kayıpları vermiştir. Benzer facialar küresel olarak yaşanmakta olup, iklim değişikliğinin hazin sonuçları olarak yaşanmaktadır. Güncel olarak yapılan araştırmalara göre ise aşağıdaki bilgilere ulaşmak mümkündür:
“Araştırmacılar iklim değişikliğinin küresel ve Avrupa topraklarındaki etkilerini şimdiden görebiliyor. Örneğin, AÇA’nın Avrupa’da iklim değişikliği, etkileri ve hassasiyet hakkındaki son raporuna göre toprak nemi 1950’li yıllardan beri Akdeniz bölgesinde önemli ölçüde azalmış ve kuzey Avrupa’nın bazı kısımlarında da artmış bulunmaktadır. Ortalama sıcaklıklarda artış devam ettiğinden ve yağış modeli değiştiğinden rapor gelecek yıllar için de benzer etkilerin meydana geleceği tahmininde bulunuyor.


Toprak nemindeki devam eden düşüş gıda üretimi üzerindeki potansiyel dramatik etkilerle birlikte tarımdaki sulama ihtiyacını arttırabilir ve daha az verime hatta çölleşmeye bile yol açabilir. Toplam 13 AB Üyesi Devlet çölleşmeden etkilendiklerini açıkladı. Bu gerçek kabul edilmesine rağmen, Avrupa Sayıştayı tarafından hazırlanan yakın tarihli bir rapor Avrupa’nın çölleşme ve arazi bozunumuyla bağlantılı zorluklarla ilgili net bir resme sahip olmadığını ve çölleşme ile mücadele etmek için alınan tedbirlerin elverişli olmadığını belirtmiştir.


Mevsimlik sıcaklıklardaki değişimler bitki ve hayvanların yıllık döngülerini de kaydırabilmekle birlikte daha az verime de yol açar. Örneğin, ilkbahar daha erken gelebilir ve ağaçlar, polen taşıyıcıları büyümeden çiçek açabilir. Beklenen nüfus artışıyla birlikte dünya gıda üretiminin 2021 yılında, Türkiye, ciddi yangın faciaları, sonrasında yoğun yağışlar ve sel faciaları ile fırtınalar sonucunda ciddi can kayıpları vermiştir. Benzer facialar küresel olarak yaşanmakta olup, iklim değişikliğinin hazin sonuçları olarak yaşanmaktadır. Güncel olarak yapılan araştırmalara göre ise aşağıdaki bilgilere ulaşmak mümkündür: “Araştırmacılar iklim değişikliğinin küresel ve Avrupa topraklarındaki etkilerini şimdiden görebiliyor. Örneğin, AÇA’nın Avrupa’da iklim değişikliği, etkileri ve hassasiyet hakkındaki son raporuna göre toprak nemi 1950’li yıllardan beri Akdeniz bölgesinde önemli ölçüde azalmış ve kuzey Avrupa’nın bazı kısımlarında da artmış bulunmaktadır. Ortalama sıcaklıklarda artış devam ettiğinden ve yağış modeli değiştiğinden rapor gelecek yıllar için de benzer etkilerin meydana geleceği tahmininde bulunuyor.
Toprak nemindeki devam eden düşüş gıda üretimi üzerindeki potansiyel dramatik etkilerle birlikte tarımdaki sulama ihtiyacını arttırabilir ve daha az verime hatta çölleşmeye bile yol açabilir. Toplam 13 AB Üyesi Devlet çölleşmeden etkilendiklerini açıkladı. Bu gerçek kabul edilmesine rağmen, Avrupa Sayıştayı tarafından hazırlanan yakın tarihli bir rapor Avrupa’nın çölleşme ve arazi bozunumuyla bağlantılı zorluklarla ilgili net bir resme sahip olmadığını ve çölleşme ile mücadele etmek için alınan tedbirlerin elverişli olmadığını belirtmiştir.


Mevsimlik sıcaklıklardaki değişimler bitki ve hayvanların yıllık döngülerini de kaydırabilmekle birlikte daha az verime de yol açar. Örneğin, ilkbahar daha erken gelebilir ve ağaçlar, polen taşıyıcıları büyümeden çiçek açabilir. Beklenen nüfus artışıyla birlikte dünya gıda üretiminin düşmesi değil artması gereklidir. Bu da büyük oranda sağlıklı toprağın muhafazasına ve tarımsal alanların sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesine bağlıdır. Aynı zamanda, fosil yakıtların yerini almasına ve sera gazı emisyonlarının engellenmesine yönelik acil ihtiyaçtan kaynaklanarak, biyoyakıtlara ve diğer bitki temelli ürünlere yönelik talep artmaktadır.

Etki ve hassasiyet hakkındaki AÇA raporu yoğun yağmur, kuraklık, ısı dalgası ve fırtınalar gibi aşırı iklim olayları tarafından hızlandırılabilen erozyon dâhil toprak üzerinde iklim değişikliğiyle ilgili diğer etkilere de vurgu yapmaktadır. Arazi kaybına neden olmanın yanı sıra, yükselen deniz seviyeleri kıyı bölgelerindeki toprağı değiştirebilir veya deniz tuzu dâhil olmak üzere kirliliğe sebep olan maddeler getirebilir. Arazi kullanımına bağlı olarak, iklim değişikliği uzak kuzeyde muhtemelen yeni olanaklar oluştururken genel olarak güneyde bir miktar kullanılabilir olmayan veya az verimli tarımsal bölgeler oluşturabilir. Ormancılıkta, ekonomik olarak değerli ağaç türlerindeki düşüş 2100’e kadar Avrupa’daki orman arazisinin değerini %14 ile 50 arasında düşürebilir. İklim değişikliği ve tarım hakkındaki yakın tarihli bir AÇA raporu iklim değişikliğinin ortalama etkisinin, büyük bölgesel farklılıklarla birlikte, 2050 yılına kadar AB tarım gelirinde %16’ya varan zararla Avrupa tarım sektöründe önemli bir zarara neden olabileceğine vurgu yapıyor.

Yine de toprakla bağlantılı en büyük iklim sorunlarından biri belki de, genellikle Sibirya’da olmak üzere kuzey bölgelerindeki donmuş toprakta bulunan karbondioksit ile metan gazıdır. Küresel sıcaklıklar arttığı için donmuş toprak eriyor. Bu erime donmuş toprakta kapalı kalmış organik maddelerin serbest kalmasına neden olur ve bu da insanların kontrolünün çok ötesinde küresel ısınmanın hızlanmasına neden olabilecek büyük miktarlarda sera gazının atmosfere salınmasına neden olabilir.” (2)

“Akdeniz bölgesinde, iklim değişikliğine bağlı olarak yıllık yağış miktarında azalma ve aşırı yağış olaylarında ise artış görülüyor. Bu eğilimin devam edeceği ve toprak kalitesi ve toprak aşınımını (erozyon) etkileyeceği öngörülüyor. Kentleşme ise, 2001 ve 2017 yılları arasında Akdeniz kentlerinde ısının 0,3 derece ile 0,9 derece artmasına neden oldu.

Küresel ortalama sıcaklıklar sanayi öncesi döneme göre 1 derece eşiğini aştı. Türkiye’de ise ortalama sıcaklık artışı 1,5 dereceye şimdiden geçti. Bu sıcaklık artışı ve küresel iklim değişikliği, Türkiye’de kuraklık ve çölleşme riskini her geçen gün daha da artırıyor. İklim değişikliği, Türkiye’de su kaynakları üzerinde su arzında azalma ve su kalitesinde düşüşe neden oluyor. İklim değişikliğinin de etkisiyle, Türkiye her geçen yıl su fakiri bir ülke olmaya daha da yaklaşıyor. Şu an yaklaşık 1.500 metreküp olan kişi başına düşen su miktarının 2030’da 1.100 metreküplere düşeceği, 2040’larda ise 700 metreküplere kadar gerileyebileceği öngörülüyor.

Çölleşme ile Mücadele İlerleme Raporu, Türkiye’deki çölleşme tehdidini gözler önüne seriyor. 2018 yılında yayımlanan rapora göre Türkiye topraklarının %25,5’i yüksek, %53,2’si ise orta derecede çölleşme riski ile karşı karşıya. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı iklim etkileri; kuraklık olayları ve su kıtlığı olarak hayatımızın parçası haline geliyor. Bu etkiler; tarım, enerji, üretim, sulama, kentleşme gibi birçok alanda önemli sosyal ve ekonomik sorunlar, maliyetler ortaya çıkarıyor.

Türkiye’de iklim değişikliği ile verimde azalma, sulama suyu talebinde artış, dikim ve hasat zamanında değişiklikler, toprağın elverişliliğinde azalma, daha fazla hastalık ve zararlı tehditlerinin ortaya çıktığını ve bu tehditlerin giderek arttığını gösteriyor. Akdeniz bölgesinde hava sıcaklığı ve yağış rejimlerinde yaşanan değişiklikler önemli miktarda tarımsal ürün kayıplarına neden oldu. Ancak iklim değişikliğinin etkileri mahsul ve bölgeye göre farklılık gösteriyor İklim değişikliği gıda güvenliğini de sarsabilir. Küf mantarı tarafından sentezlenen aflatoksin türü toksinlerin gıdaları kontamine ederek, Avrupa’da aciliyeti giderek artan bir gıda
güvenliği sorununa dönüşeceği öngörülüyor. Aflatoksin özellikle Güney Avrupa’da ve Türkiye’de mısırı etkileyecek.

İklim değişikliği, bu çölleşme riskini her geçen gün derinleştiriyor. Bilim insanları, dünyanın geri kalanında olduğu gibi ülkemizde kuraklığın şiddetinin ve süresinin giderek arttığını gözler önüne seriyor. Çölleşme ile Mücadele İlerleme Raporu, Türkiye’deki çölleşme tehdidini gözler önüne seriyor. 2018 yılında yayımlanan rapora göre Türkiye topraklarının %25,5’i yüksek, %53,2’si ise orta derecede çölleşme riski ile karşı karşıya. Kentsel alanların büyümesinin özellikle Akdeniz iklimlerinde çölleşmeye yol açtı belgelendi; İspanya’da sürdürülebilir olmayan arazi kullanımı çölleşmenin en sık rastlanan nedeni iken, kentleşme de en önemli nedeni olarak belirlendi. Doğu İspanya’nın yarı kurak Akdeniz çalılık alanlarda, bitki çeşitliliği ve bitki örtüsü iklim değişikliği ve toprak erozyonu yüzünden azaldı.” (3)

Yapılan tüm araştırmalar, iklim değişikliğinin dramatik sonuçlarının çok yakın bir gelecekte yaşanacağını ifade etmektedir.

Araştırmalardan anlaşılacağı üzere, iklim değişikliği toprak yapısının bozunumuna sebep olmaktadır ve aynı zamanda hem küresel hem de yerel olarak iklimlerin kaymasına, sıcaklıkların artmasına, su kaynaklarının yok olmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum kırsal da yaşayan toplumların konforsuz yaşamlarının artmasına, ekonomik sorunlar yaşamalarına dolayısıyla göç etmelerine, yaşayabilmek adına yeni alternatifler yaratmak zorunda kalmalarına sebep olacaktır ki, bu durum iklim değişikliğinin oluşmasında önemli etkisi olan dev şehir lekelerinin daha da büyümesi sağlayacaktır. Bu durum gıda üretimi ve tedariğinin de olumsuz
etkilenmesini, belki kıtlıkların yaşanabilmesini körükleyecektir.

Doğal iklim yapısı kurak ve sıcak olan bölgelerde ve ekvator çevresindeki ülkelerde, çölleşme daha da hızlanacak, bu bölgelerde yaşayamayan toplumlar zorunlu göçe itilecek, kitlesel göç hareketleri gerçekleşebilecektir. Yine iklimdeki anormal değişiklikler, doğal afetlerin de oluşumunu hızlandırmaktadır.

İklim küresel bir etkiye sahiptir. Dünya topraklarını cetvelle bölüştüğümüz gibi, iklimi bölüşme şansımız bulunmamaktadır. Dünya üzerindeki hiçbir ülkenin, dünya üzerindeki konumu gereğince kendini bu olumsuz senaryolardan sıyırabilme gibi bir şansı bulunmamakta olup, sürecin bir noktasında olumsuz sonuçları ile yüzleşmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda tüm dünya ülkelerinin yukarıda belirtilmiş olan olumsuz senaryoya bütüncül ve acil bir eylem planı ile yaklaşması gerekmektedir.

Bu bağlamda, 2015 yılında imzalanan, 2016 yılında yürürlüğe giren, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı ile alakalı olarak Paris Anlaşması imzalanmıştır. Mart 2021 itibarıyla, BMİDÇS’nin 191 üyesi anlaşmaya taraftır. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir ki, Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanını 30 Eylül 2015 tarihinde Sözleşme Sekretaryasına sunmuştur. Türkiye’nin ulusal katkı beyanına göre, sera gazı emisyonlarının 2030 yılında referans senaryoya (BAU) göre artıştan %21 oranına kadar azaltılması öngörülmüştür.

Her ne kadar hükümetler niyetlerini ortaya koyan bu tür anlaşmalara imza atmış olsalar da, ülkeleri bazında dengeli ve uyumlu bir planlama sürecini aktif olarak yürütmemektedirler. Halbuki, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yakın zamanda dünya toprağının üst 30 cm’sinin tüm atmosferden neredeyse iki kat fazla karbon içerdiğini gösteren bir harita yayınlamıştır. Havadaki karbondioksiti yakalama kabiliyeti açısından ormanları ve diğer bitki örtüsünü geçen toprak, okyanuslardan sonra en büyük ikinci doğal karbon yutağıdır. Bu gerçekler yalnızca gıda üretimimiz için değil aynı zamanda iklim değişikliğinin en kötü
etkilerinden sakınma çabalarımız açısından da sağlıklı toprakların ne kadar önemli olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. (2)

Tüm bu sonuçlar dikkate alındığında hem ekonomik olarak, hem daha iyi standartlarda bir yaşama kavuşabilmek hem de iklim değişikliğine olan etkilerini de dikkate alarak, mekânsal alan kullanımına etkisi olabilecek ve arazi kullanımına yönelik, tüm plan ve kanunların (belediye kanunu, toprak koruma kanunun, imar kanunu, orman kanunun, köy kanunu vb.) gözden geçirilerek, üst düzey bir eylem planı kapsamında çalışmaların başlatılması ivedilikle gerekmektedir.

KAYNAKÇA
1- Türkeş, M., Sümer, U. M. ve Çetiner, G. 2000. ‘Küresel iklim değişikliği ve olası etkileri’, Çevre Bakanlığı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Seminer Notları,

2- AÇA (Avrupa Çevre Konseyi), Toprak, Arazi ve İklim Değişikliği, konulu makalesi, 2019, https://www.eea.europa.eu/downloads/81471f0fd300462dbb638c79e81e5dc1/1620729
312/toprak-arazi-ve-iklim-degisikligi.pdf

3- raporarazietkiler.pdf (bianet.org)